Beden ve ruh sağlığı arasında çok önemli bir ilişki vardır. İyi bir beden sağlığına sahip olmak, ruh sağlığını olumlu yönde etkileyebilir ve tam tersi olarak iyi bir ruh sağlığı, beden sağlığını koruyabilir. Psikosomatik hastalıklar da bu ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
Psikosomatik hastalıklar, ruhsal durumumuzun fiziksel sağlığımızı etkilediği durumlardır. Yapılan araştırmalar, stres, kaygı, depresyon gibi psikolojik faktörlerin vücuttaki biyokimyasal dengeleri etkileyerek çeşitli hastalıklara zemin hazırlayabileceğini göstermektedir.
Psikosomatik hastalıkların sebepleri genellikle karmaşıktır ve belirli bir olay veya durumla ilişkilendirilebilir. Çocukluk travmaları, sürekli stres altında olmak, sıkıntılı ilişkiler, iş hayatındaki problemler gibi faktörler psikosomatik hastalıkların ortaya çıkmasında rol oynayabilir.
Beden ve ruh sağlığını dengelemek için düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı beslenmek, uyku düzenine dikkat etmek, stresle baş etme tekniklerini kullanmak ve gerektiğinde profesyonel destek almak önemlidir.
1. BEDEN VE RUH SAĞLIĞININ TEMEL İLİŞKİSİ VE PSİKOSOMATİK HASTALIKLARI VE SEBEPLERİ
1.1.Ruh Sağlığı ve Beden
Ruh sağlığı ile beden sağlığı arasındaki bağ çok güçlüdür. Ruhunuzun sağlığı bozulduğunda bedeniniz de zamanla zayıflamaya başlar ve size uyarı işaretleri göndermeye başlar. Anadolu kültürüne baktığımızda, babaannelerimizin veya anneannelerimizin karşılaştıkları sorunlarla baş etmek için başlarına eşarplarını sıkıca bağlamaları da aslında bu duruma güzel bir örnektir. Stres, kaygı, depresyon gibi durumlar insanın içinde olumsuz duygular barındırır, kişiyi huzursuz hissettirir. "Neden benim başıma böyle bir şey geliyor?" gibi düşünceler sıklıkla zihnimizi meşgul eder. Tüm bunlar kişide öfke ve kızgınlık hissi yaratabilir, bu da bedenin gerginleştiğini ve yüz ifadesinin negatif yönde değiştiğini gözlemlememize neden olabilir. Bir sorunla karşılaşıldığında, ilk etkilenen alanlardan biri genellikle uyku düzeni olur, diğeri ise beslenme alışkanlıkları. Daha stresli ve kaygılı zamanlarda, özellikle gece, zihnimiz sürekli konuşmaya başlayabilir ve bu da uyku kalitemizi olumsuz etkileyebilir. Bu da ertesi günü yorgun ve uykusuz hissetmemize neden olabilir. Depresif ruh hali ve kaygılı durumlar genellikle beslenme alışkanlıklarımızı da etkiler. Kişi ya hiçbir şey yemek istemez ya da aşırı yemek yer. Her iki durumun da sağlıksız olduğunu bilmek önemlidir. Kendimizi gözlemleyerek, yaşadığımız duyguların bedenimiz üzerindeki etkilerini daha iyi anlayabiliriz. Stresli, kaygılı veya heyecanlı olduğumuzda, vücudumuz bu gerginliği hisseder ve kendini korumaya alır. Sistemi dengelemek için bazı tepkiler verir. Bu tepkilerin farkına varmak ve nedenlerini anlamak hayati önem taşır. Tüm bunlara bakıldığında, ruh sağlığı kötü olduğunda beden sağlığının da doğal olarak olumsuz etkilendiği açıktır (URL 1)
1.2.Zihin -Beden Bağı
İnsanın evrimsel süreci boyunca zihin ve beden arasındaki ilişki üzerine pek çok inceleme yapılmıştır. Farklı uygarlıklarda, zihin ve beden kavramları farklı şekillerde ele alınmıştır. Örneğin, Çin ve Hint tıbbında, zihin ve beden birbirinden ayrı düşünülmeyen kavramlar olarak kabul edilmiştir. Çin tıp geleneği, duyguların (sevinç, üzüntü, endişe, öfke) dengesizliğinin hastalıklara neden olabileceğini öne sürmüştür. Mısırlı ve Yunan hekimler ise beden sağlığının korunmasında olumlu düşüncelerin ve iyimser bir bakış açısının önemini vurgulamışlardır. Hipokrates, M.Ö. 500'lerde, sağlıkla ilgili olarak sadece bedeni değil, aynı zamanda zihni de anlamanın gerekliliğini vurgulamıştır. Bu bakış açısıyla, zihin ve beden, dinamik bir birlik içinde ele alınmıştır. Ancak, bu inançlar değişken olmuş ve zamanla farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Örneğin; Descartes, 17. yüzyılda madde ve bilinç ya da zihin-beden ikiliği kavramını, aynı anda var olan ancak birbirinden bağımsız iki "öz" olarak tanımlamıştır (Descartes, 2007).
Bu dönemde, felsefe, tıp ve dinler üzerinde büyük etkisi olan bir görüş ortaya çıkmıştır. Tıp alanındaki ilerlemeler, bedensel ve ruhsal sağlık sorunlarını yalnızca beden veya yalnızca ruh olarak değerlendirmek şeklinde sınıflandırmıştır. Ancak II.Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan olaylar, zihin ve beden arasındaki ilişkiyi tekrar sorgulayan ve merak uyandıran bir araştırma konusu haline getirmiştir. Zaman içinde önemli değişikliklere uğrayan bu kavramın son tanımlanması, klinik ve akademik alanda büyük ilgi çekmiştir. Bu çalışmalar, tıp alanındaki biyolojik, psikolojik ve fizyolojik bilgi birikimine katkı sağlamış ve mevcut inançları yeni bir bakış açısıyla ele almıştır (Karrenve ark., 2006).
Araştırmalar, zihnin bedeni nasıl etkilediğini ve bedenin duygularımıza ve düşüncelerimize nasıl etki ettiğini incelemektedir. Zihin ve beden arasında neden-sonuç ilişkisinin varlığı ve varsa aradaki mekanizma da araştırılmaktadır. Geçmişten günümüze, zihin ve beden arasındaki karmaşık etkileşim fikri, "Zihin-Beden Tıbbı" ya da "Psikosomatik Tıp" adı altında disiplinlerarası bir araştırma alanının oluşmasına yol açmıştır (İkiz, 2018).
Bugünün yaygın hastalıkları arasında kanser, romatoid artrit, kardiyovasküler rahatsızlıklar, ülser, migren, irritabl bağırsak sendromu, ağrılı adet dönemi, hipertiroidi gibi rahatsızlıklar üzerindeki düşünce biçimimizde ve bu hastalıkların oluşumuna yol açabileceği duyguların etkisi konusunda yaygın bir görüş bulunmaktadır (Cengiz, 2015).
2. SOMATİZASYON
2.1. Somatizasyon Bozukluğu Tanımı
Psikosomatik terimi, Yunanca kökenli olan "psyche" (ruh) ve "soma" (beden) kelimelerinden oluşur. Biz, başkaları ve çevre ile sadece zihinsel olarak etkileşime girmez; aynı zamanda bedenlerimizde de etkileşimde bulunur ve etkileşimlerimizi deneyimleriz (Menkü ve Coşar, 2021).
İnsanın varlığı, beden, sosyal yaşantı ve kültür arasındaki etkileşimle biçimlenir. Beden, insanın toplum içinde var olmasını sağlayan bir araç olarak işlev görür. İnsanlar düşüncelerini, inançlarını, eylemlerini, kimliklerini ve farklılıklarını bedenleri aracılığıyla ifade ederler. Ayrıca güçlerini, tutumlarını, zevklerini, acılarını, üzüntülerini ve sevinçlerini de bedenleriyle ortaya koyarlar. Beden, insanlar arasındaki sosyal etkileşimin vazgeçilmez bir parçasıdır ve duygu ve düşüncelerin ifadesinde önemli bir rol oynar. İnsanlar, bedenleri sayesinde birbirlerini tanır, yargılar ve tanımlar yaparlar. Psikosomatizasyon ise duygusal faktörlerden kaynaklanan fizyolojik değişikliklerle ilişkilendirilen bir tür bozukluktur (Nisar ve Srivastava, 2018).
Psikosomatizasyon, beden ve zihin arasındaki ilişkiyi ele alırken, dualistik düşünceyi destekleyen indirgemeci teoriler yerine, günümüzde daha bütüncül ve çok faktörlü yaklaşımlara odaklanmaktadır. Hipokrat, beden-ruh ilişkisini incelemiş olmasına rağmen, psikanalizin doğuşuyla birlikte beden-ruh ilişkisi daha derinlemesine araştırılmaya başlanmıştır. Söz konusu kavramı ilk kez kullanan ise Groddeck olmuştur (İkiz, 2008). Çocuk Terapistliği eğitimi için hemen şimdi bize ulaşınız.
1818'de Alman psikiyatrist Heinroth, zihin ve beden arasındaki etkileşimi açıklamaya yönelik çalışmalarıyla zihin ve beden faaliyetlerini tek bir sistem altında toplamaya başlamıştır. Heinroth, duygusal çatışmaların ruhsal düzende somatik belirtilerle ilişkilendiğini öne sürmüş ve psikosomatik hastalarda psikolojik çatışmaların daha açık semptomlara dönüştüğünü gözlemlemiştir. Duygusal faktörlere bağlı fizyolojik değişikliklerle tanımlanan bozukluklar, ruhsal olanaklar arasındaki bağıntıları daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir (Menkü ve Coşar, 2021).
1895'te Freud, konversiyon kavramını geliştirerek beden ile zihin arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır. Freud'un 1938'deki bir makalesinde belirttiği gibi, "zihinsel durumlar, fiziksel etkilerden büyük ölçüde etkilenir ve bedende en yoğun tepkileri gösterebilirler". Alexander ve ekibinin (1968) bulguları, psikosomatik belirtilerin otonom sinir sistemi ile ilişkili olduğunu ve bilinçaltı çatışmaların psikosomatik hastalıklara yol açabileceğini göstermiştir. Ayrıca, konversiyon hastalıkları ile psikosomatik hastalıklar arasındaki farkı belirlemişlerdir (Debray, 2002).
Paris Psikosomatik Enstitüsü'nün kurulması, çağdaş bir bakış açısıyla psikosomatizasyon konusuna yeni bir perspektif getirmiştir. Pierre Marty ve Michel de M'Uzan, psikosomatik süreçleri işlevsel düşüncelerle açıklarken, zihinsel temsiller ve duyguların zihinden çıkış yolunu bulamadığında bedensel olarak ifade edildiğine vurgu yapmışlardır. Bir somatik şikayetin temelinde temel bir depresyon olabilir. Temel depresyonda olan kişi, ilişkisel ve mesleki faaliyetlere bağlanmış olsa da, bir yorgunluk veya bıkkınlık hissi dışında herhangi bir şikayetle karşılaşmamaktadır. Mekanik ve duygusuz bir hali olduğundan dolayı, çevresindekiler ilk başta endişe duymaya başlar (Debray vd., 2002).
Psikofizyolojik yaklaşımlar, stresin insan vücudunda çeşitli etkilere neden olduğunu ve fiziksel belirtilerle kendini gösterdiğini inceler. Bu yaklaşımlara göre, otonom sinir sistemi uyarıldığında, birey savaş ya da kaç tepkisine hazır hale gelir. Eğer kişi savaşamayacağı veya kaçamayacağı durumlarla karşılaşırsa, stres ve hastalıklar gibi durumlar ortaya çıkar. Sistem teorileri ise organizmanın homeostatik dengeye odaklanarak, insanın biyolojik, psikolojik ve sosyal durumları arasındaki ilişkilere vurgu yapar. Fiziksel sağlık sorunları psikolojik ve sosyal durumları etkilerken, aynı şekilde psikolojik veya sosyal sorunlar da bireyin fiziksel sağlığını etkileyebilir (Çoşar, 2021).
Lutgendorf ve Costanzo (2003), psikosomatik etkileşimlerin yorumlanması için çeşitli düzeyleri kapsayan bir biyopsikososyal model geliştirmişlerdir. Bu modelde bireysel farklılıklar, ruh hali, kaynaklar gibi psikososyal süreçler, genetik etmenler, maruz kalınan faktörler gibi biyolojik faktörler, sağlıklı yaşam biçimi gibi davranışlar, hastalıklar, kazalar, sosyo-ekonomik durum gibi stres faktörleri, psikolojik müdahaleler ve nöroendokrin adaptasyon süreçleri yer almaktadır ve bu unsurların tümünün göz önünde bulundurulması psikosomatik süreçleri daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir (Beltraminelli ve Itin, 2008). Çocuk danışmanlığı sertifikası eğitimi için tıklayınız.
Kadın olmak, düşük sosyoekonomik durum, ileri yaş, az eğitim seviyesi, psikiyatrik tanı ve fiziksel hastalıklar, somatizasyona yatkınlığı artırabilecek risk faktörleri arasında yer alabilir. Aynı zamanda, genetik faktörlerin bedensel semptomlara yatkınlıkta etkili olduğu bilinse de, bu konuda belirgin bir ayırıcı gen belirlenememiştir. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, psikosomatik hastalıkların gelişiminde ve tedavisinde ruhsal durumun büyük önem taşıdığı vurgulanmaktadır (Millington ve ark., 2022).