BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TEKNİĞİNDE TEDAVİ STARATEJİLERİ

BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TEKNİĞİNDE TEDAVİ STARATEJİLERİ

 

BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TEKNİĞİNDE TEDAVİ STARATEJİLERİ

1. BİLİŞSEL TERAPİ

Amerika'da, davranışçılığın zirveye ulaştığı dönemde, Edward C. Tolman farklı bir bakış açısını benimsemiş ve bilişsel yaklaşımı savunmuştur. Diğer psikologlar fareler üzerinde deneyler yaparken, Tolman farelerin öğrenme süreçlerinde mekanik koşullamadan ziyade zihinsel süreçlerin rol oynadığını kanıtlamayı amaçlamıştır (İnanç ve Yerlikaya, 2011).

Tollman'ın "latent öğrenme" dediği bu fenomeni gösteren deneyin ilk aşamasında, bir grup deney faresi labirente yerleştirilmiş ve labirentin çıkışına yiyecek bırakılarak koşullanmışlardır. Bu koşullanma sonucunda fareler, her denemeyle yiyeceğe daha hızlı ulaşmayı öğrenmişlerdir. Deneyin bu ilk aşamasında, başka bir grup fare ise herhangi bir pekiştireç olmadan labirentin içine serbest bırakılmıştır. Davranışçı kurama göre, pekiştireç almadıklarında ikinci grup farelerin hiçbir şey öğrenmediği düşünülür. Ancak, deneyin ikinci kısmında, labirentin çıkışına yiyecek konulduğunda bu farelerin diğerleri kadar hızlı bir şekilde yiyeceğe ulaştığı gözlenmiştir. Bu durum, farelerin rastgele dolaşırken bile labirentin yapısına dair zihinlerinde bir tür bilişsel harita oluşturabileceklerini gösteriyor: Yani koşullanmamalarına rağmen öğrenmeye devam edebiliyor olabilirler (Güleç, 1993).

1955 yılında psikanalitik yaklaşımı benimsemiş bir terapist olan Albert Ellis, insanların düşünceleri ve inançları üzerine odaklanarak dinamik psikoterapinin bilişsel süreçlerini dikkate almamasını fark etmiştir. Bu anlayış, bilimsel ilerlemelerle birlikte geri plana düşen davranışçı yaklaşımın yerini bilişsel yaklaşıma bırakmıştır. 1960'ların ortalarında depresyonun tedavisi için geliştirilen bilişsel yaklaşım terapileri, ilk olarak Aaron Beck tarafından kullanılmıştır. Beck tarafından ortaya atılan teoriye göre, insanların duygusal tepkileri, karşılaştıkları olayları nasıl algıladıklarına, tanımladıklarına ve yorumladıklarına bağlıdır. Beck'e göre, insan yaşamında dört temel duygu vardır: üzüntü, sevinç, endişe ve öfke. Psikopatolojik sendromlar, bu temel duygusal tepkilerin abartılmış ve sürekli hale gelmiş algılarını yansıtan durumlardır. Örneğin; endişe bozukluğunda incinme, kırılma ve yok olma tehditleri aşırı bir şekilde algılandığında, aşırı ve sürekli endişe hissedilir (Karataş, 2008).

Bilişsel yaklaşım ise kısmen tutum değiştirme modelidir. Sosyal psikolojide tutumlar tipik olarak karşılıklı bağımlı bir ilişkide (bilgi, duygu ve eylem) olmak üzere üç unsurun bileşimi şeklinde tanımlanır. Bunlardan biri olan duygu unsuru, gerçekte tutumla eş anlamlıdır ve tahminleri, bilişsel değerlendirmeleri veya sadece "sıcak" bilişleri içerir. Duyguya ilişkin birçok çağdaş kuram, tahmin veya değerlendirici bilişlere önemli bir rol verir. Yalnızca bilgi verme bu sıcak bilişler üzerinde çok az etkili olur; çünkü bunlara bilgiden çok duygu karışmaktadır ve bilişler kanıt ve mantıktan çok tutumsal süreçte yer almaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen uzmanın görevi eğitimden çok bir ikna etme ile karakterizedir. Kişisel yaşantı gibi ikna edici başka bir şey yoktur. İnsanlar kendi değerlendirmelerini, kendi yaptıklarına veya öğrendiklerine veya her ikisine uydurma eğilimindedir. Betimleyici ve çıkarsamalı biliş arasında ayrım yapılmış ve bu ayrım, uzmanın göreviyle ilişkilendirilmiştir. Değerlendirici bilişlerin aksine, bilişleri nesnel bir şekilde incelemek ve çözümlemek bilişsel yaklaşımı benimseyen uzmanların önemli bir görevidir. Bu uzmanlar, bilinçli ve bilinçli olunmayan biliş arasındaki farkı da vurgularlar. Bilinçli olmayan biliş, Freudçu yaklaşımda değil, insanların farkında olmadığı ancak etkileyebilecek düşünce süreçlerini ifade eder. Modern bilişsel psikoloji, insan işlevselliğinin bilinçli olmayan yönlerini de göz önünde bulundurmaya başlamıştır. Bilişsel yaklaşım, kişinin farkında olmadığı süreçlerin varlığını öne sürer; bu süreçler irrasyonel inançlar, otomatik düşünceler, bilişsel yapılar ve kişisel yaşam kurallarını içerir. Bilinçsiz algoritmalar ise, deneysel veriler ışığında elde edilmiş kuralların toplamıyla ilgili tüm işlemleri ifade eder ve bu kuralların klinik uygulamalardaki etkileri üzerinde de durulmuştur (Mark ve Williams, 1984).

Beck, insanların duygularını ve davranışlarını deneyimledikleri gibi algılayıp yapılandırdıklarını savunarak, bilişsel terapinin temel teorik prensiplerini şu şekilde açıklamıştır: Kişilerin içsel iletişiminin farkında oldukları, danışanların inançlarının kişisel olarak büyük önem taşıdığı ve bu önemli inançların uzmanlar tarafından öğretilip yorumlanmak yerine, danışanlar tarafından keşfedilebileceği (URL 1).

1.1. Bilişsel Terapinin İçeriği 

Bilişsel Terapi, insan doğasına tarafsız bir yaklaşım benimseyerek, insanları sadece çevreye uyum sağlamaya çalışan organizmalar olarak kabul eden evrimsel bir bakış açısını destekler. Beck ve Alford'a (1997) göre, insanı insan yapan önemli bir özellik, deneyimlerden anlam çıkarabilme ve fikir üretebilme yeteneğidir. Bilişsel terapi, kısmen psikanalizden esinlenmiştir ve aynı zamanda ona tepki olarak ortaya çıkmıştır. Klasik psikanalizden ilham alan yönleri semboller, anlamlar ve farklı durumlardaki tepki kalıplarını içerir. Bilişsel terapinin karşı olduğu yön ise bilinçaltında bastırılan dürtülerle ilgili olup, ayrıca psikoseksüel gelişim aşamalarına aşırı önem verilmesidir. Bu nedenlerden dolayı, bilişsel terapiyi klasik psikanalizden ayıran unsurlar bulunmaktadır  (Murdock, 2016). 

Bilişsel terapi kuramı, psikolojik işlev bozukluklarına odaklanarak depresyonun tedavisinde kullanılan bir kuramdır. Sağlıklı bir bireyin işlevselliği yerine psikolojik uyumsuzluğun derinliklerine odaklanır. 1960'larda Aaron T. Beck tarafından oluşturulan BT kuramı, Murdock (2016)'e göre en iyi şekilde tanımlanabilecek olan şey, uyum sağlama kuramı olarak kabul edilir. Beck'e göre, insan organizmasının temel iki motivasyonu hayatta kalma ve üremedir. Evrimsel süreç içindeki tüm bilişsel süreçler, çevreye uyum sağlayarak varlığını sürdürmeyi hedeflemektedir. İnsan, hayatta kalmak için çevreye uyum sağlayarak varlığını devam ettirme yolunu seçer ve dünyayı anlamak ve yaşanan olaylara anlam yüklemek için çaba sarf eder. Bu çaba, çeşitli uyum sağlama stratejilerini gerektirir (Sharf, 2017). 

Bilişsel terapi diğer akımlardan ayrılarak bilimsel yöntemleri vurgulamaktadır. Bilimsel yaklaşımın ne kadar önemli olduğu üzerinde durulurken, terapist ve danışan arasında işbirlikçi bir ilişki benimsenmektedir. Danışanın karşılanması, yargısız ve samimi bir şekilde yapılmaktadır (Murdock, 2016). 

Zihinsel Terapi, bir danışana destek olmak için ona Zihinsel Terapinin prensiplerini öğretmek ve uygulamasına yardımcı olmayı amaçlar. Terapist, danışanı anlamak için büyük bir çaba göstermeli ve aynı zamanda danışanı samimiyetle kabul ettiğini göstermelidir. Zihinsel Terapi genellikle kısa sürede tamamlanır ve 10 ile 20 oturum arasında değişebilir. Ancak duruma bağlı olarak, problemin daha ciddi olması gibi durumlarda Zihinsel Terapi daha uzun sürebilir (Sharf, 2017).

1.2. Psikoterapi Süreci

Bilişsel Psikoterapi süreci, genel değerlendirme ile başlar ve hedeflerin belirlenmesi, Psiko-eğitim seansları ile devam eder. Bilişsel davranışçı tekniklerin uygulanmasıyla ilerleyen tedavi süreci, sonlandırma seanslarıyla tamamlanır. Ayrıca gerektiğinde pekiştirme seansları düzenlenir. Her seans, kısa ruh hali değerlendirmesi, hasta değerlendirmesi, önceki seansla bağlantı kurulması, ev ödevlerinin gözden geçirilmesi (davranışsal müdahale), hedeflerin ve gündemlerin tartışılması, yeni ödevlerin verilmesi ve sonuçların değerlendirilmesi adımlarını içerir. Oturumlar sırasında hasta geri bildirim alırken ifadelerini ifade eder. Psikoterapinin amacı deneyimsel öğrenme içerir. Hasta, psikoterapi seansları boyunca terapistine olan güveni artar, kendi değerini daha çok hisseder ve karar verme becerileri güçlenir (Yıldırım, 2020).

Bilişsel psikoterapide, hasta ve terapist işbirliği yaparak sorunları anlamaya ve çözmeye odaklanırlar. Bu süreçte, hastalar pasif izleyiciler olmaktan çıkıp aktif katılımcılar haline gelir, böylece tedavi sürecine etkin bir şekilde dahil olurlar. Bu yaklaşım, hastaların tanılarını etiketlemek yerine onların bireysel ihtiyaçlarına odaklanmayı önemser. Her hastanın farklı sorunları olduğu göz önünde bulundurularak terapi, kişinin özgün gereksinimlerine göre uyarlanır (Sungur, 1999).

Tedavi sırasında öncelik mevcut duruma verilir. Psikoterapistler ve hastalar birlikte çalışarak çevreleri ve gelecekleriyle ilgili kararlar almak için birlikte araştırmalar yaparlar. Psikoterapistin ne gerçek kişisel kusurları ne de travmatik olayları göz ardı etmediğine özellikle dikkat edilmelidir. Yapay olumlu pekiştirmenin çok az faydası olabilir ve aslında olumsuz etkileri olabilir. Bu nedenle, psikoterapistler, işbirlikçi deneyimci olma yaklaşımını kullanarak hastaların düşünce yapısını geliştirmeye ve uyumsuz davranışları iyileştirmeye odaklanırlar.

Psikoterapi sürecinde önemli olan dört unsuru göz önünde bulundurmalısınız. İlk olarak, öğrenme ve hafıza bozukluğu dikkate alınmalıdır. İkinci olarak, bilişsel çarpıtmalar oldukça önemli bir konudur. Üçüncüsü, olumsuz bilişsel üçlü üzerinde durulmalıdır. Son olarak, şemalar da göz ardı edilmemelidir. Psikoterapi, terapist ve hasta arasında yapıcı ve net bir ilişkiyi gerektirir, özellikle depresyon gibi durumlarda öğrenme ve hafıza sorunları yaşayan hastalarda. Bir terapi seansı genellikle gündem belirleme süreciyle başlar. Gündem, psikoterapist ve hastanın üzerinde anlaştığı ve seans için ayrılan süre içinde ele alınabilecek önemli konuları kapsar. Oturum ilerledikçe gündemde değişiklikler olabilir, ancak psikoterapist ve hasta arasında bu değişikliklerin yapılmasına karar vermek için işbirliği yapmak önemlidir (Wright ve Beck, 2003).

Zihinsel bozulmaların tespit edilmesi ve incelenmesi, bilişsel terapi sürecinde büyük önem taşır. Terapist, danışanın düşüncelerini kaydederek bilgi toplarken otomatik düşünceleri ve varsayımları sorgulamak için çeşitli teknikler kullanır. Psikoterapinin sonucu genellikle yeterli araştırma yapılmadan kabul edilen bir dizi yanıltıcı ve çarpık düşünceyi ortaya çıkarır. Veri tabanını sorgulamak ve bilişsel hataları belirlemek, depresif düşünceleri çürütmek için genellikle yeterlidir. Bununla birlikte, yeni fikirleri test etmek ve veri toplamak için "in vivo" deneyler yapmak bazen gereklidir (Wright ve Beck, 2003).

Danışanlar, genellikle kendileri, etrafları ve gelecekleri hakkında olumsuz düşüncelere sahip olabilirler. Olumsuz bilişsel üçlü, bu üç çarpık düşünce alanını tanımlar (Wright ve Beck, 2003).

Şemalar: Bilişsel teori, çarpık düşünceyi, dışsal olaylar tarafından etkinleştirilen uyumsuz temel düzenlemeler olarak açıklar. Şema, çevredeki verileri düzenlemek için kullanılan temel bir sistemdir. Neden-sonuç ilişkileri ve dünyanın doğası tekrar tekrar gözlemlenerek gelişir. Uygunsuz şemalar, hatalı çıkarımların temeli olan yanlış bilgileri veya uygunsuz testleri içerir (Wright ve Beck, 2003).

1.3. Tedavi Basamakları

    Danışanın tedavi sürecine katılımını sağlamak için danışan ve terapist arasında güvene dayalı bir ilişki kurulması önemlidir. İyi bir terapötik ilişki geliştirmek, tedavinin etkinliğini belirleyen kritik faktörlerden biridir. Terapistin tutumu ve becerileri, tedavi sürecinin sonucunu belirlemede hayati öneme sahiptir.

    İyi bir psikoterapistin beklenen özellikleri arasında empati, sıcaklık, samimiyet ve koşulsuz kabul bulunmaktadır. Danışanı terapi sürecine dahil etme konusunda başarılı olmaları beklenen özellikler arasındadır (Sungur, 1999,).

    Danışanlarla çalışırken, yeterli bilgi ve deneyime sahip olmak son derece önemlidir. Terapötik bir ilişki kurarken, danışanın deneyimini sorgulamaktan kaçınmak ve onun duygularını geçersiz kılacak herhangi bir davranıştan sakınmak önemlidir. Danışanın endişeleriyle ilgilenirken, dikkatli bir şekilde ilerlemek ve onun anlamasını sağlamak önemlidir. Her seans, danışanın duygularını anlamak ve onlara saygı duymak için bir fırsattır. Bazen danışan, deneyimine o kadar odaklanır ki terapisti sürekli ikna etmeye çalışır. Bu durumda terapist, herkesin farklı bir perspektife sahip olduğunu kabul etmeli ve danışanın doğruluk kontrolüne yönlendirilerek farklı bir bakış açısı edinmesine yardımcı olmalıdır (Sungur, 1999).

    Bir danışanın belirli bir sorunla ilgili olarak hoşnutsuz olduğu durumlar tespit edildiğinde, bu sorunu kapatmak ve gerekli desteği sağlamak önemlidir. Ayrıca, bu güvenlik açığını ileri bir tarihte tekrar gündeme getirmek gerekebilir. Danışan tarafından ''önemsiz'' gibi görünen mesajlar, aslında danışanın hayat hikayesini, şemalarını ve yanlış yargılarını anlayarak daha anlamlı hale gelebilir. Psikoterapist, danışanın bu dönemini desteklemelidir.

    Danışanların zihinsel şemaları anlaması önemlidir. Bu modelde, olayın gerçekliği değil, olaya yönelik algılar, yorumlar, duygular ve tepkiler değerlendirilir (Sungur, 1999).

Bilişsel psikoterapi genellikle üç adımdan oluşur! İlk aşamada, danışanın mevcut durumu değerlendirilir. Psikoeğitim, danışanlara ve ailelerine tedavi sürecine hazırlık için bilgi verir. Semptomlar belirlendikten sonra, ilişkili faktörler ve bilişsel-duygusal özellikler incelenir ve tedavi planı oluşturulur. Klinik değerlendirme ve psikolojik eğitim tamamlandıktan sonra daha aktif bir orta dönem başlar. Bu aşamada, danışanın altta yatan semptomlarına yönelik bilişsel-davranışçı teknikler ve müdahaleler uygulanır. Uzun vadeli çalışmalar genellikle semptomların belirgin şekilde azaldığı ve danışanların bakım ve nüks riskini önleme aşamasına geldiği zaman sona erer. Bu noktada, genellenme, sürdürme ve nüksü önleme stratejilerine odaklanılır. Tedavinin bu aşamasında terapi yoğunluğu azalır ve birey daha fazla sorumluluk alır. Değişiklikleri uzun süre sürdürebilmek için "konsolidasyon seansları" gerçekleştirilebilir ve tedavinin tamamlanması 3-6 ay sürebilir. Ailenin de terapi sürecine dahil edilmesiyle Bilişsel Davranışçı Terapi genellikle 12-20 seans sonunda tamamlanır (Özcan ve Çelik, 2017).

    Klinik değerlendirme

    Psikoeğitim

    Olgu formülasyonu

    Amaçları belirleme

    Bilişsel modelin tanıtılması

    Bilişsel-davranışçı müdahale ve tedaviler

    Yinelemeyi önleme

    Sonlandırma

1.4. Bilişsel Psikoterapide Kullanılan Teknikler

Zihinsel terapi, genellikle 12 ila 20 seans süren kısa bir tedavi şeklidir. Tedaviler haftada iki kez düzenlenebilir ve daha sonra haftalık planlamaya geçilebilir. Bununla birlikte, ciddi hastalığı olan danışanlar haftada üçten fazla terapiye ihtiyaç duyabilirler. Zihinsel terapi stratejileri üç farklı grupta incelenir (Özcan ve Çelik, 2017).

    Anksiyeteyi azaltmaya yönelik psikoterapi teknikleri arasında, gevşeme egzersizleri, biyo-geribildirim, sistematik desensitizasyon, alıştırma, vestibüler desensitizasyon, tepki engelleme, göz hareketleri desensitizasyonu ve yeniden işleme stratejileri bulunmaktadır. 

    Zihinsel yeniden yapılanma stratejileri, düşünceleri ve duyguları yönetmeyi içerir. Kanıtları sorgulamak, farklı bakış açılarını değerlendirmek, karmaşıklığı azaltmak, tekrar düzenlemek ve düşünceleri yeniden şekillendirmek önemli adımlardır.

    Yeni beceriler öğrenme yöntemleri: Taklit etme, ilerletme, tanıtma, rol alma, iletişim becerisi geliştirme, destekleyici terapi, karşılıklı anlaşma.

1.4.1. Bilişsel-Davranışçı Müdahale Teknikleri

Bilişsel psikoterapi, çeşitli müdahale tekniklerini içerir. Aşağıda bu tekniklerden bazıları kısaca açıklanmıştır. 

1.4.1.1.Baş Etme Teknikleri Dikkat Dağıtma (Distraction)

Odaklanılan alternatif bir uyaranın dikkat dağınıklığını azaltabileceği düşünülür. Dış uyaranların yanlış yorumlanabileceği öngörülür, bu sebeple dikkat etkileri diğer dış uyaranlarla azaltılabilir. Bu yüzden radyo dinleyerek, müzik dinleyerek, televizyon izleyerek, enstrüman çalarak, günlük tutarak, şiir yazarak/okuyarak, bahçe işleriyle uğraşarak sorunun etkilerini azaltmaya çalışabilirsiniz. Sorunla ilişkili inançları değiştirmek için dikkati başka yönlere çekme tekniklerinden faydalanabilirsiniz. Bu teknikleri ne kadar çok uygularsanız, gürültüyü kontrol altına alabilirsiniz. Chadwick, Sambrooke, Rasch, and Davies (2000), önerilerine göre, bir sesin kontrol edilemezliği hakkındaki inançlar, bu teknik aracılığıyla değiştirilebilir. Keyifli etkinliklerle meşgul olmak, sesin mevcut önemini azaltabilir. Dikkatlerini başka etkinliklere yönlendirmek, bireylerin sesin söylediklerini duymaktan kaçınmalarına veya etkilerini sınırlamalarına yardımcı olabilir (Mortan ve Sütcü, 2011).

1.4.1.2.Gevşeme (Relaxation)

Duygusal tetikleyicilerin varlığında stres seviyesini azaltmak için gevşeme egzersizleri yapılabilir. Danışanın depresyon ve gerginlikle baş etmesine yardımcı olabilir. Bu tür egzersizler genellikle kas gevşetme veya nefes alma tekniklerini içerir. Kasları gevşetmek, kaygıyı hafifletmede önemli bir rol oynayabilir. Anksiyete anlarında, uyarılmış sempatik sinir sistemi faaliyetinin düşüldüğü ve gevşeme egzersizleri sırasında parasempatik sinir sistemi faaliyetinin arttığı teorisine inanılmaktadır. Stresli durumlarda birçok insan sık sık nefes darlığı ve yüzeysel solunum problemleri yaşar. Bu durumda, solunan hava genellikle sadece üst akciğer kısımlarını doldurur, böylece beyne gelen oksijen miktarı azalır ve beden gerilim altına girer. Bu nedenle, derin nefes almak kritik önem taşır. Solunumun ritmik ve düzenli olması ise sinir sistemini sakinleştirir.

Gözler kapatılarak ve nazikçe burundan derin nefes alınmalıdır. İnhalasyon esnasında karın alanı genişlemeli ve göğüs kafesi değil diyafram hareket ettirilmelidir. Bu yöntemin düzenli olarak belirli sürelerde uygulanması ve sakin ortamlarda tercih edilmesi önerilmektedir (Mortan ve Sütcü, 2011).

 

1.4.1.3.Odaklanma (Focusing) ve Kendini İzleme (Self-monitoring)

Bazı araştırmacılar, müşterileri dikkat dağıtıcı tekniklerden kaçınmaya teşvik eder ve semptomlara odaklanarak onları gözlemlemelerini önerir. Odaklanma süreci, kendi içsel dünyalarını ve yaşamlarını dikkatlice gözlemlemeyi, empatiyle dinlemeyi ve sonrasında farklı bir bakış açısıyla yeniden değerlendirmeyi içerir. Örneğin, bir sorunla ilgili çalışırken bireyden, duygularının nereden kaynaklandığına, ne zaman ortaya çıktığına, nasıl bir biçimde göründüğüne ve içeriğinin neler içerdiğine özel önem vermesi beklenir. Bu yöntemle, insanların seslerinin içsel bir kaynaktan geldiğini anlamaları ve seslerinin manipüle edilebileceğini fark etmeleri amaçlanmıştır. Depresyon ve anksiyete gibi durumlarla çalışırken, sesin oluştuğu bağlam, söyledikleri, düşünceleri ve inançları gibi sesle ilişkilendirilen özelliklerin kaydedilmesini içeren otomatik düşünce kaydı görevleri oluşturulur (Mortan ve Sütcü, 2011)

1.4.1.4.Kendine Yönerge Verme Eğitimi (Self-Instructional Training)

Meichenbaum ve Cameron, birçok danışanın içsel konuşma ile kendini yönettiğini fark etti ve bu gözlem üzerine "kendi kendine öğrenme" adıyla bir eğitim programı geliştirdi. Danışanların semptomlarının, dikkatlerini yanlış değerlendirmelerine yoğunlaştırmaları sonucunda ortaya çıktığına inanılır. Bu sorunu aşabilmek için danışanlar dikkat süreçlerini kontrol etmeyi öğrenirler.  Bu yüzden teknik destek alan müşteriler, kendiliğinden konuşma veya geri bildirim prensibi üzerine dayanır. Yüksek sesle ya da sözlü olarak düşüncelerini ifade edebilirler. Her adımı sesli bir şekilde tekrarlayarak ilerlerler. İlk olarak psikoterapist model olur, ardından danışan bu modeli uygular. Son aşamada ise kendi kendilerine sessizce konuşarak etkinlikleri gerçekleştirmeye başlarlar (Mortan ve Sütcü, 2011)

Bilişsel psikoterapi, sorunları tanımlamayı, hedefler belirlemeyi, çözümleri bulmayı, seçenekleri değerlendirmeyi ve en uygun çözümü seçmeyi içerir. Danışanın genel sorunlarını ve nasıl değiştirmek istediklerini listelemesine yardımcı olur. Problem listesi, genel problem çözme becerilerine giriş yaparak danışanın problemlerini çözmeye çalışır. Bu yaklaşımı kullanırken, danışanın aktivite düzeyini arttırmayı hedefler (Mortan ve Sütcü, 2011).





 

 

Etiketler: Bilişsel Davranışçı Terapi Uygulamaları,edevlette sorgulanabilir sertifika
Haziran 13, 2024
Listeye dön