BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TEKNİĞİNDE TEDAVİ STRATEJİLERİ

BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TEKNİĞİNDE  TEDAVİ STRATEJİLERİ

Bilişsel psikoterapi için, 1980'ler psikopatolojinin hem anlaşılmasında hem de yaygınlığında hızlı büyüme yıllarıydı. 1970'ler ve 1980'ler arasında Aaron T. Beck ve Albert Ellis tarafından popüler hale getirilen teorilerin etkisi 1980'lerde çığ gibi büyümüş ve psikoterapi alanında neredeyse bilişsel devrimi başlatmıştır. (Türkçapar, 2008). 1980'lerde davranışsal ve bilişsel yaklaşımların bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan bilişsel-davranışçı psikoterapi hareketi, psikoterapi alanındaki entegrasyonun en başarılı örneklerinden biridir” (Türkçapar, 2012).


“Bilişsel psikoterapi, düşüncelerimizin nasıl hissettiğimizi ve nasıl davrandığımızı nasıl etkilediğine odaklanan yapılandırılmış bir psikoterapi şeklidir. Bilişsel psikoterapi, bilişsel, davranışsal ve problem çözme becerilerine yönelik yaklaşımları içerir” (Özcan, 2017).


“Bilişsel psikoterapi, tekrar tekrar etkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir psikoterapi türüdür. Bilişsel psikoterapi, psikoterapi alanında öncü olmuştur ve günümüzde anksiyete, panik bozukluk, sosyal fobi, travma sonrası stres bozukluğu, kişilik bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk ve şizofreni gibi birçok ruhsal bozukluğun tedavisinde etkilidir. 
“Bilişsel psikoterapi, problem odaklı, davranışsal danışmanlık kuramı temelinde geliştirilmiş, “burada ve şimdi” ilkesine dayanan ve bireyin yaşamındaki sorunların üstesinden gelmek için öğrenme kuramını uygulama yöntemidir.


Bilişsel psikoterapi, düşüncelerimizin duygularımızı ve davranışlarımızı belirlediğini vurgulayan yapılandırılmış bir psikoterapidir. Dolayısıyla kişinin duygularını belirleyen olayın kendisi değil, kişinin kendi düşüncesine göre olaya yüklediği anlamdır (Bengisoy, vd., 2019). Bu açıdan bakıldığında, düşünce hataları psikopatolojinin merkezinde yer alır. Bilişsel psikoterapinin temel amacı, bu hatalı düşüncelerin doğrularıyla, işlevsel olmayan tutum ve davranışların işlevsel olanlarla değiştirilmesidir. Bir kişinin otomatik olumsuz düşüncelerini olumlu olanlarla değiştirmekle başlar. Böylece kişinin işlevsel olmayan temel inançlarının yerine daha işlevsel inançlar yerleştirilerek kalıcı sonuçlar elde edilebilir” (Kürümlüoğlugil, 2017).


“Bilişsel Davranışçı Psikoterapi; Bireyin deneyimlediği olay ve durumları nasıl yorumladığı ve yorumladığı ile ilgili bilişsel süreçteki hataları keşfetmesi ve değiştirmesi ile ilgilidir” (Bengisoy, vd., 2019).
“Beck bilişsel modeli şöyle tanımlıyor; Bireyin bir olayı algılaması ve o olayla ilgili spontane düşünceleri, insanların duygusal ve davranışsal yönlerini etkiler. Bu modele göre bireyi rahatsız eden, algısındaki bozulma ve işlev bozukluğudur. İnsanlar spontane sözlü veya soyut otomatik düşüncelerini tanımlamayı ve değerlendirmeyi öğrenebilirler. Ancak olaya objektif olarak bakarsak kişinin duygusal acısı azaldıkça kişi daha iyi davranabilir hale gelir ve kaygı gibi fizyolojik uyarılma giderilir. Bilişsel model bireylerin duygusal, fizyolojik ve davranışsal tepkilerinin, inançlarının ve yaşadıkları deneyimlere yönelik algılamaların, dünyayla olan etkileşimi sağlayan bir araç olduğunu ifade etmektedir” (Gürsoy, 2018).


2.KURAMSAL ÇERÇEVE
2.1.Bilişsel Psikoterapi 


Bilişsel psikoterapi yaklaşımı ilk olarak sistematik şekilde Aaron T. Beck (1921-) ve Albert Ellis’in (1913-2007) çalışmaları ile 1970’li yıllarda ortaya konulmuştur. Her ikisi de psikanaliz kökenli olan bu iki ruhbilimci psikanalizin insan davranışlarını ve ruhsal sıkıntılarını açıklamaktaki yetersizliğini görmüşler ve uygulamalarından yola çıkarak bilişsel kuramı geliştirmişlerdir.
Aaron T. Beck, 1970'lerde depresif bireyler üzerine yaptığı araştırmaya dayalı olarak Cognitive Therapy and Affective Disorders (1979) adlı çalışmasında bilişsel psikoterapiyi alternatif bir tedavi olarak tanımlamıştır. Bu çalışmada Beck, bilişsel psikoterapiyi davranışsal psikoterapiden ayıran, daha çok olumsuz düşünmeye ve erken depresyonun ele alınmasında temel olumsuz inançların önemine odaklanan terapötik bir yaklaşım olarak tanımlar. Beck'e göre depresyon, kendilerini, şimdiki yaşamları ve gelecekleri hakkında kötü hissettiren belirli bir bilişsel içeriğe sahiptir ve terapinin amacı; Hastanın düşünme çarpıklıklarını, önyargılarını ve benzersiz bilişsel şemalarını belirlemeyi ve değiştirmeyi amaçladığını öne sürmüştür (Beck, 2008:27; Leahy, 2004:26). Ek olarak, bu görüşe göre, nevrotik işlevsellik hastanın kendi olumsuz bilgiyi işlemesi tarafından korunur veya bozulur (Leahy, 2004:26).


Beck ve arkadaşları, depresyon için bu yeni tedavi biçiminin ilk denemesine katıldılar ve bilişsel psikoterapide, özellikle izleme ve değerlendirmede CT'nin etkinliğini antidepresan ilaç tedavisiyle karşılaştıran bir denemede etkileyici sonuçlar elde ettiler (Beck ve diğerleri, 1979). Özetle, bilişsel psikoterapi, depresyon tedavisi için önerilen ilk psikoterapi modeliydi, ancak daha sonra yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Ellis ve Beck'in orijinal çalışmasından bu yana bilişsel-davranışçı yaklaşım içinde birçok model ortaya çıkmıştır. Mahoney ve Arnkoff (1978) bu farklı modelleri üç ana grupta toplar (aktaran Dobson ve Dozois, 2001): baş etme becerilerine odaklanan psikoterapi, problem çözmeye odaklanan psikoterapi ve bilişsel yeniden yapılandırmaya odaklanan psikoterapi. Albert Ellis'in Bilişsel Psikoterapi, Akılcı Duygusal Psikoterapi ve Bilişsel Davranışçı Psikoterapi altında danışmanlık ve psikoterapi. Bu üç teori birbirine çok yakındır. (Karahan ve Sardoğan; 2004:263). Bu modeller, tedavi değişikliği hedefleri açısından birbirinden biraz farklıdır. Bilişsel-davranışçı yaklaşım içinde farklı modeller olsa da hemen hepsinde ortak olan üç temel ilke vardır: Bunlar; (1) Bilişsel süreçler, davranışın ana belirleyicileridir.

 

(2) Davranışın temel belirleyicileri olan bilişsel süreçler kontrol edilebilir, takip edilebilir ve değiştirilebilir. (3) Son bir genel ilke, istenen davranış değişikliklerinin bilişsel yapıların değiştirilmesiyle elde edilebilmesidir.
Beck'in bilişsel psikoterapiye yaklaşımı, insanların duygu ve davranışlarının büyük ölçüde dünyadan ve yarattıkları deneyimlerden etkilendiği teorisine dayanmaktadır. Bir kişinin yarattığı dünya, bilişler (bilinçli sözlü veya yaratıcı fikirler) ve potansiyeller (önceki deneyimlerden şemalar) tarafından yapılandırılır. Bilişsel psikoterapide terapist, hastayı yaşamı boyunca kullandığı problem çözme tekniklerini kullanarak hatalı düşüncesini düzeltmeye teşvik eder. Hastanın sorunları, yanlış konumlara ve kavram yanılgılarına dayalı gerçekliğin belirli çarpıklıklarından kaynaklanır. Bu çarpıklıkların temeli, gelişimi sırasında edindiği hatalı öğrenmedir. Bu durumda tedavi formülü çok basittir. Psikoterapist, hastanın anormal düşünceleri tanımasına ve deneyimlerini daha gerçekçi bir şekilde ifade etmesine yardımcı olur (Beck, 2008:28).
Bilişsel psikoterapi genellikle iki ana ilkeye dayanır. 1) Bilişlerimiz (düşüncelerimiz) duygularımızı ve davranışlarımızı belirler. 2) Eylemlerimizin düşünce ve duygularımız üzerinde güçlü bir etkisi vardır (Köroğlu 2009:49).


Bilişsel psikoterapide bir diğer önemli isim ise Albert Ellis'tir. Ellis, bilişsel psikoterapiye çok benzeyen Yansıtıcı Duygusal Psikoterapi (DBT) adını verdiği bir model geliştirdi. Bu modele göre, irrasyonel inançlar belirlenir ve aktif, sürekli çaba ile değiştirilirse, depresyonun azalacağı tahmin edilmektedir. Buna göre akıl hastalığına, gerçeğin doğrudan çarpıtılmasıyla yanlış sonuçlara varılması veya sonuçların yanlış yorumlanması neden olur (Köroğlu 2009:16-17). Yani bu bilişsel süreci çözmek ve yanlış kısmı düzeltmek hastanın iyileşmesi anlamına gelir. Kısaca ABC modeli olarak tanımlanan, Ellis'in bu modeline göre model şu şekilde çalışır: A) aktivasyon olayı B) olayın bilişsel sistem tarafından yorumlanması ve çözümlenmesi C) kişinin inançları. Duygusal veya davranışsal sorunlara neden olan bir olayda, Ellis'e göre irrasyonel inançlar gerçeği çarpıtır, koşulsuz ve mutlak olarak görülür ve yetersizlik, istenmeyenlik ve aşağılanma duyguları yaratır. Ellis'in psikoterapi sürecine göre hasta A'ya geri götürülür ve B'deki süreç, seanslarda optimal olarak üretilen D süreci ile değiştirilir ve hedef F duygu ve duygular yaratılır (Köroğlu 2009:16- 17).


Bilişsel psikoterapi, bilgi işleme modeline dayanır. Bilişsel teori, psikopatoloji ve psikoterapi teorisi olarak psikolojik problemlerde bilişin işleyişini vurgular. Burada bilişsel etkinlikten kastedilen, klinik anlamda kişinin, çevresinin, deneyiminin ve geleceğinin anlaşılması, yorumlanması, açıklanması, düşünceleri, değerlendirilmesidir (Köroğlu, 2009:97). Bilişsel psikoloji ayrıca algı, algı ve biliş üzerine odaklanır. Duyum ​​(görme, işitme, tat alma vb.), bir duyu nöronu uyarıldığında ortaya çıkan ilk sonuç olarak tanımlanır. Algı, daha çok, iç ve dış dünya hakkında bilgi edinmek için bu duyuların düzenlenmesi ve değerlendirilmesinin sonucudur. Biliş ise duyusal ve algısal verilerin kendileri için geliştirilen yöntem ve planlar aracılığıyla işlenmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir dil, problem çözme ve düşünme sürecinin adıdır. Bilişsel kurama göre depresyon, doğrudan olaylar veya deneyimlerden değil, bunların algılanması ve değerlendirilmesinden kaynaklanır. Bununla birlikte, burada vurgulanmalıdır ki, bilişsel teori, bilişin yapısıyla ilgili sorunların akıl hastalığının tek nedeni olduğunu varsaymaz, daha çok bilişsel faktörlerin akıl hastalığı sorunlarının devam etmesinde önemli faktörler olduğunu varsayar. Biyolojik, çevresel veya bilişsel nedenlerin etkileşimi söz konusudur. (Wenzel ve diğerleri, 2011:7)


Ellis ve Beck'ten sonra bilişsel yaklaşım içinde birçok psikoterapi modeli ortaya çıkmıştır. Bu psikoterapi modellerinin tümü "bilişsel-davranışçı psikoterapi" olarak sınıflandırılır. Bu psikoterapiler; entelektüel duygusal davranışçı psikoterapi, bilişsel psikoterapi, problem çözme psikoterapisi, kabul ve katılım psikoterapisi, diyalektik davranışçı psikoterapi, rehberli görüşme ve dönüşümsel psikoterapi. Ellis ve Beck'ten sonra pek çok model geliştirilmiş olmasına rağmen, bu alandaki araştırmaların gözden geçirilmesi, Ellis ve Beck tarafından geliştirilen yaklaşımın en yaygın olan ve yaygın olarak kullanılan yaklaşım olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada Beck tarafından geliştirilen yöntem esas alınmıştır. Bu nedenle kuramsal çerçeve, Beck tarafından geliştirilen bilişsel psikoterapiyi vurgulamaktadır.


2.2.Bilişsel Psikoterapinin Temel Kavramları
Bilişsel psikoterapi, "Bilişsel Psikoloji" akımından güç alan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bu anlamda bilişsel psikolojinin varsayımlarına dayanır. Bilişsel psikoloji, çalışma türünden bağımsız olarak, insan psikolojisinde çevreyi değerlendirme ve tepki vermede önemli rol oynayan bilişsel faktörleri inceleyen bir alandır. 
Bilişsel psikoloji akımı, diğer tarihsel süreç akımları gibi, belli bir kurucusu olmayan ve bu alanda çalışan psikologların ortak çalışmalarından oluşan bir psikoloji akımıdır. Ancak George Miller ve Ulrik Neisse gibi psikologlar bilişsel psikolojinin kurucuları olarak kabul edilemese de, bir dönüm noktası olarak kabul edilen bir araştırma merkezinin ve kitap temelli bir alanın gelişmesinin önünü açmışlardır. (Schultz ve Schultz; 2002:618).


Bilişsel psikoloji davranışçılıktan biraz farklıdır. İlk olarak, bilişsel psikologlar sadece uyaranlara yanıt vermekten ziyade bilme sürecine odaklanırlar. En önemlisi uyarıcı-tepki ilişkileri, psikolojik süreçler ve olaylardır (Schultz ve Schultz; 2002:624). İkincisi, bilişsel psikologlar, zihinsel deneyimin nasıl yapılandırıldığı ve düzenlendiği ile ilgilenir. Jean Piaget gibi Gestalt psikologları, bilinçli deneyimi anlamlı bütünlere dönüştürme eğiliminin doğuştan geldiğini iddia ettiler. Bu süreçte zihin, bilişsel psikolojide çalışmanın konusu olan zihinsel deneyime biçim ve tutarlılık kazandırır. Üçüncüsü, bilişsel yaklaşım, bireyin çevreden alınan uyaranları aktif olarak düzenlediğini kabul eder. Belli olaylara bilinçli olarak katılabiliyor, o olayları ezberleyerek bilgi sahibi olabiliyor ve uygulama sürecine katılabiliyoruz. Davranışçılara göre, dış güçlere pasif olarak tepki vermeyiz. Ve tüm duygusal deneyimlerimizi üzerine yazdığımız boş sayfalar değiliz (Schultz ve Schultz; 2002:624).


Beck ve arkadaşları, bilişsel psikoterapi içinde bilişsel işlemenin üç ana düzeyini tanımladılar. Bilişin en üst seviyesi, rasyonel kararlar verebilen bilinç (bilinç) seviyesi olan bilinçtir. Çevre ile etkileşim, birey tarafından bilinç düzeyinde gözlenir ve değerlendirilir. Aynı zamanda geçmiş anılar ve o zamanın deneyimleri arasında bilinçli bir bağlantı kurulur ve gelecek eylemler bilinç düzeyinde planlanır. Bu nedenle bilişsel psikoterapi danışanları, rasyonel düşünme ve problem çözme gibi daha işlevsel bilinçli düşünce süreçlerine katılmaya yönlendirilir. Ek olarak, bilgi işleme sürecinde danışanın sağlıksız düşüncesini genellikle kendiliğinden, iki düzeyde tanımak ve değiştirmek için girişimlerde bulunulur. Bunlar kendiliğinden (otomatik) düşünce ve imgelerdir (şemalar) (Köroğlu, 2009:53).


Spontan düşünceler, belirli durumlarda veya belirli anıları hatırladığımızda aklımızdan geçen bilişlerdir (düşüncelerdir). Bireyin bu otomatik düşüncelerinin rasyonel bir analizi genellikle yapılmaz. Şema (resim), bilginin işlenmesi için bir kural veya kalıp olarak hareket eden derinden tutulan bir inançtır (fikir). İnsanların çevrelerinden aldıkları bilgileri filtrelemelerine, sembolize etmelerine ve anlamlandırmalarına yardımcı olurlar. Bu nedenle bilişsel psikoterapide danışanlara otomatik düşüncelerinin yani bilişlerinin bilinç düzeyinde gerçekleşmesine olanak sağlamak için "kendi düşüncelerini düşünmeleri" öğretilir (Köroğlu, 2009:53-54).


Bilişsel psikoloji bazı temel terimleri tanımlamıştır. Bunlar; genel biliş, bilişsel süreçler, bilgi işleme, duygu, algı, seçici algı, seçici dikkat, genelleme, başkalarından öğrenme, modelleme, öz-yeterlik, yanlış bellek, bilişsel uyumsuzluk ve bilişsel bakış açısıdır. Bilişsel uyumsuzluk, doğrulama yanlılığı, şemalar, temel inançlar, ara inançlar, otomatik (işlevsel olmayan) düşünceler ve bilişsel hatalar (Köroğlu ve Türkçapar, 2009: 133-136).


Bilişsel psikoterapi, bilişsel durumları iki başlık altında inceler: otomatik düşünceler ve şemalar. Şemalar, ara inançlar (temel varsayımlar ve kurallar) ve temel inançlar olarak ikiye ayrılabilir. Beck'in (2008:42-45) bilişsel modeli üç ana bilişsel yapıya dayanmaktadır. Bunlar üç temel yapıdır: otomatik düşünceler, ara inançlar ve temel inançlar. Bu üç biliş grubunu birbirine bağlı bir çember olarak düşünürsek, otomatik düşünceler dışarıyı oluşturur, o zaman ara inançlar ve çekirdek inançlar çekirdeği oluşturur.


Temel İnançlar


(kurallar, beklentiler, tutumlar, varsayımlar)
Durum    ►Otomatik Düşünceler    ► Duygu
Şekil 1:Bilişsel Yapı
Kaynak: Beck, 2008:42-45

 


Bilişsel psikoterapiye göre, birbiriyle ilişkili bu yapılar ve düşünceler, eleştirmeden doğru olarak kabul edilir. Bu düşünceler bilişsel fenomenlerdir, yani inançlarımızla ilgilidir. Çekirdek inançlar zihnin en derin yapı taşlarıdır. Bu düşünceler katı ve aşırı geneldir. Bireyin yaşadığı travmatik olaylar gibi olaylar tarafından tetiklenir ve destekleyici deneyimler tarafından sürdürülür. Bu yapıya dayalı otomatik düşünceler, en yüzeysel bilişsel yapılardır ve belirli durumlara uyarlanır. Bu durumlar meydana geldiğinde refleks olarak hareket eder ve insan zihninden kelimeler veya görüntüler (rüyalar) şeklinde geçerler. İki yapı arasında "ara inançlar" vardır. Ara inançlar, temel inançlara dayalı kalıp yargılardan, kurallardan ve varsayımlardan oluşur. Bu işlevsiz düşüncelerin karşılıklı ilişkisi Şekil 4'te gösterilmektedir. Sonuç olarak, bu varsayımlara dayalı olarak, bir kişi bu işlevsiz düşünceleri mantıksal bir filtre aracılığıyla başarılı bir şekilde kanalize edebilirse, bilişsel psikoterapi diğer tepkileri, özellikle duyguları değiştirebilir. Bilişsel psikoterapi, psikoterapi sürecini takip eder ve bireye getirir (Hackney ve Cormier, 2008:176-200).


 Temel inanç (Çok
Günahkârım)
Ara İnanç ve Kurallar
(Kendimi kontrol etmeliyim)
Otomatik Düşünceler (Ölüyorum, Yaşlanıyorum, İflas Ediyorum, İmanım Zayıflıyor, Deprem olacak vb.)
Şekil 2:Bilişsel (kognitif) Yapı
Kaynak: Hackney ve Cormier, 2008:176-200'den uyarlanmıştır.

 

Bilişsel psikoterapi yöntemine göre, otomatik düşünceler herhangi bir durum veya olaydan önce ortaya çıkar ve birey bunlara duygusal, bilişsel ve davranışsal unsurlardan oluşan tepkiler verir. Bu kurallar üzerinden bazı bilişsel çarpıtmalara sahiptir (Leahy, 2004:29).


Beck (1979), danışanın sorununu anlamak için öncelikle danışanın bilişsel yapısını anlamak gerektiğini ve bu nedenle danışanın otomatik düşüncelerinin içerik açısından zengin olduğunu savunur.
Bilişsel psikoterapiye göre, otomatik düşünceler kişinin duygu ve olaylara verdiği tepkileri şekillendirir (Wenzel ve ark. 2011:8). Biliş, bilinç akışını oluşturan konuşma veya hayal bölümlerinin adıdır (Köroğlu, Türkçapar, 2009:101). Bilişsel psikoterapide odaklandığımız otomatik düşünceler, genellikle duygusal sıkıntı anlarına eşlik eden zihin akışındaki ortamlar, durumlar ve olaylarla ilgili bilişlerdir. Kendiliğindendirler ve yönlendirilmiş veya motive edilmiş düşüncenin ürünü değildirler. Olay öncesi bu düşünceleri çarpıtıp genel kurallar haline getirerek durumu değiştirmeye başlar. Bu nedenle bilişsel psikoterapi yaklaşımları, çarpık ve işlevsiz düşüncelerin psikopatolojinin gelişiminde merkezi bir rol oynadığını öne sürmektedir. Ancak otomatik düşünceler, psikolojik sorunları olan insanlara özgü değildir. Hemen hemen herkesin her durumda otomatik düşünceleri olabilir.


İşlevsel olmayan otomatik düşüncelerin bazı özellikleri vardır (Beck, 2008:37¬44). Bunlardan ilki, otomatik düşüncelerin benzersiz ve ayrı (ayrık) olmasıdır. Otomatik düşüncelerin bir diğer özelliği de oldukça özerk olmalarıdır. Çoğu zaman insanlar otomatik düşünceleri harekete geçirmek için fazladan bir çaba göstermezler. Otomatik düşünce bu açıdan bir refleks gibidir. Bazı şiddetli psikozlarda hastalar otomatik düşünce akışını durdurmakta güçlük çekerler. Diğer bir özellik ise, otomatik düşüncelerin başkaları tarafından saçma ve sıradan olarak görülebilmesine rağmen, bunlara sahip olan hastalara çok gerçek ve inandırıcı görünmesidir. Bu boyut, danışanın bu düşüncelerin geçerliliğini doğrulaması gerekmediğini varsayar. Otomatik düşüncelerin bir diğer özelliği de bu düşüncelerin neredeyse her zaman olumsuz olmasıdır - bazı psikolojik rahatsızlıklar vardır. Bu düşünceler genellikle kısa cümlelerle ifade edilir ve insanlar çoğu zaman bunun farkına bile varmazlar.
Ancak ortaya çıktıklarında veya denetimli bir psikoterapi görüşmesinde birkaç soru sorarak fark edilebilirler (Beck, 2008:44).


Otomatik düşünme ile ilgili bir diğer kavram olan "ara inançlar", değişime daha dirençli bilişsel yapılardır. Kişilerarası inançlar genellikle bireyin kendisi ve çevresiyle ilgili genel varsayımlardan ve kurallardan oluşur. Bu genellikle koşullu cümlelerle ifade edilir (Beck, 2008:37). Örneğin, "Ama beceriksiz insanlar hata yapar" ve "Bunu yaparsam, iş yerindeki insanlar bunu bana karşı kullanır" gibi ifadeler. Tanımlamak ve değiştirmek, otomatik düşüncelerden daha zordur.


"Şema" ya da "imge" terimi, bireyin benlik hakkındaki önemli düşüncelerini içeren temel inançlarla da eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Beck şema ve temel inanç arasındaki ayrımı şu şekilde yapmaktadır; Şema, zihindeki bilişsel bir yapıdır. Bu yapıların içeriği temel inançlardan oluşmaktadır (Leahy, 2004:28).


Bireyin bir olayı anlık, düşünmeden, anlık olarak yorumlaması otomatik düşünce olarak tanımlanır. Başka bir deyişle, belirli bir durumda olduğumuzda veya belirli bir olayı hatırladığımızda aklımızdan geçen bilişlerdir (Köroğlu, 2009:53).
Beck'in teorisinin arkasında sıralanan kavramlara ek olarak, çok önemli bir diğer kavram da "şema" kavramıdır. Diyagram; dış uyaranları değerlendiren, kategorize eden ve kodlayan bilişsel yapılar olarak tanımlanırlar. Başka bir deyişle şema, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan bilişsel bir yapıdır. Daha ziyade inançlar, kişisel deneyime dayalı bu bilişsel yapıların içeriğini oluşturur. Başka bir deyişle, inançlar şema içeriğidir. Şemalar pozitif olabilir, ancak patolojik durumlarda genellikle negatif olabilir. Örneğin: "Ne yaparsam yapayım kimse beğenmeyecek", "Acemiyim, adam olamam" vb. Örneklerin gösterdiği gibi şemalar, bireyin kendisi hakkında sorgulamadan kabul ettiği inançlar veya gerçeklerdir. Bazı şeyleri filtrelemek ve diğerlerini hariç tutmak gibi. Bir filtre gibidir. Bu inançlar özellikle depresif danışanlar için etkilidir (Walls, 2010:26-29).


Şemalar, bilgi işlemenin altında yatan kurallar ve kalıplar gibi hareket eden derinden tutulan inançlardır. İnsanların çevrelerinden gelen bilgileri yargılamasına, görselleştirmesine ve yorumlamasına yardımcı olurlar.
Beck'in bilişsel yaklaşım psikopatolojisi tanımında, her bir tanısal durumun, bireyin geliştirdiği genel zihinsel örüntüler olan ve o duruma öncül olan şemalarla karakterize edildiği belirtilmektedir (Beck, 1979). Bu anlamda, depresif şema kayıp, başarısızlık, reddedilme ve tükenme ile ilgili endişeleri içerir; kaygı şemaları, tehditleri ve travmayı içerir; öfke şemaları aşağılanma ve baskıyı temsil eder. Beck ve Freeman (2004) "Kişilik Bozukluklarının Bilişsel Tedavisi" başlıklı çalışmalarında çeşitli kişilik bozukluklarının özgün şemalarını içeren bir model geliştirmiş ve utangaçlığın uygunsuzluk, reddedilme ve narsisizm gibi şemalarla ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Haklı veya ayrıcalıklı olmak gibi şemaları olan bir kişiliktir. Sonuç olarak şemalar bilişsel yaklaşımda önemli bir rol oynar ve danışmanlık sırasında danışman hastanın bilişsel şemaları tanımasına ve değiştirmesine yardımcı olur.


Jeffrey I. Young, Janet S. Klosko ve Marjorie E. Weishaar gibi araştırmacılar, şemalara özel olarak odaklanarak bilişsel yaklaşım içinde "şema psikoterapisi" geliştirdiler. Jusoh (2009) göre şemalar, bireyin ebeveynleriyle ilişkisi ve çocukluktaki önemli olaylar da dahil olmak üzere gelişimin tüm aşamalarında tanımlanmaktadır. Birçok insan, hayatlarının çoğu için olumlu inançlara ve manevi ihtiyaçlara sahiptir. Young, şemaların çocuklukta temel duygusal ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklandığını savunur. Bu ihtiyaçlar; başkalarına güvenli bağlanma (güvenlik, istikrar, özen, kabul); pozitif bağımsızlık, yeterlilik ve kimlik algıları; ihtiyaç ve duyguları ifade etme özgürlüğü; kendiliğindenlik ve rol oynama; rasyonel sınırlar ve otokontrol ihtiyacı olarak ifade edilmektedir. Çocuğun doğuştan gelen mizacı ile çocukluk çevresi arasındaki etkileşim, bu temel ihtiyaçları olumlu bir şekilde tatmin etmekten ziyade bastırma eğiliminde olan faktörlerle doludur. Bu anlamda şema psikoterapinin amacı, hastaların temel duygusal ihtiyaçlarını karşılamanın tutarlı yollarını bulmalarına yardımcı olmaktır.


İnsanlar genellikle olumlu inançlara sahiptir. Ancak stresli koşullar altında insanlar olumsuz inançlara sahip olabilirler. Bu süreçte birey kendisi, dünya ve diğer insanlar hakkında temel inançlar geliştirir. Bu tür olumsuz çekirdek inançlar, genel ve aşırı genellemelerden oluşur. Güven içindedirler. Bu yerleşik temel inanç etkinleştirildiğinde, birey bu inancı destekleyen süreçleri hızla harekete geçirir ve inancıyla çelişen bilgileri göremez hale gelir. Veya güvenilirliğini zedeleyebilecek bilgileri çarpıtmaya eğilimlidir (Beck 2008:42-45).
 

Etiketler: Bilişsel psikoterapi için, 1980'ler psikopatolojinin hem anlaşılmasında hem de yaygınlığında hızlı büyüme yıllarıydı. 1970'ler ve 1980'ler arasında Aaron T. Beck ve Albert Ellis tarafından popüler hale getirilen teorilerin etkisi 1980'lerde çığ gibi büyümüş ve psikoterapi alanında neredeyse bilişsel devrimi başlatmıştır. (Türkçapar, 2008). 1980'lerde davranışsal ve bilişsel yaklaşımların bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan bilişsel-davranışçı psikoterapi hareketi, psikoterapi alanındaki entegrasyonun en başarılı örneklerinden biridir
Kasım 25, 2022
Listeye dön