Psikoloji Paketleri Sertifka Programına Nasıl Katılabilir siniz ?

Psikoloji Paketleri Sertifka  Programına Nasıl Katılabilir siniz ?

Yapısalcılık, bilincin yapısal açıdan incelendiği bir ekol olarak bilinir. 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bu yaklaşımı Wilhelm Wundt ve Titchener öncülük etmiştir. Yapısalcılar, psikolojinin odak noktasının insan zihninin bileşimi ve parçaları olduğunu kabul etmişlerdir. Bu görüşe göre, doğadaki gibi, bilinç olayları da daha basit ruhsal parçalardan oluşmaktadır. Psikolojinin amacı, karmaşık bu bilinç olayını çözümlemek, zihnin en temel unsurlarını araştırmak, zihni en küçük parçalarına ayırarak incelemek ve bu parçalar arasındaki ilişkileri keşfedip yasalar haline getirmektir (Balin, 2022).

Bu konuda pozitif bilimlerde laboratuvar ortamında incelenen unsurlar arasında uyarıcılar, duyumlar, algılar, bellekler ve eşik değerler yer almaktadır. Yapısalcılar, her unsuru bir duyum olarak görmekte ve iç gözlem yöntemi adı verilen bir teknik kullanmaktadırlar. Bu teknik ile deneklere çeşitli uyarıcılar verilir ve bu uyarıcıları en detaylı şekilde tanımlamaları istenir. Örneğin, deneklere laboratuvarda bir ses duyurulur, ardından ses düzeyi artırılır. Denekten sesin değişip değişmediğini tespit etmesi istenir. Denek, sesin değişip değişmediğini düşünüp ifade eder. Bu sürece iç gözlem adı verilir, yani denek zihnine odaklanır ve farkı fark edip etmediğini ifade eder. Bu yöntem, davranışçılar tarafından nesnel olmaması nedeniyle bilimsel olmadığı eleştirilmiştir. Çünkü düşünmek ve ifade etmek nesnel olarak test edilemez (Balin, 2022).

1.2.İşlevselcilik

Psikolojinin farklı ekollerinden biri de İşlevselcilik olarak bilinir. Bu ekolün önde gelen ismi William James'tir. İşlevselcilik, bireylerin zihinsel temsillerinin yaşama uyum sağlayan yönlerine odaklanır. Bireylerin bilinçli deneyimlerinin bütünsel olarak incelenmesi gerektiğine inanır. İşlevselcilik, davranışların uyum sağlayıcı özelliklerini vurgular ve içgörüye ek olarak deneysel ve karşılaştırmalı yöntemleri benimser. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği ise faydacılıktır. Bireylerin davranışlarının ortaya çıkışı ve düzenlenmesinde faydalı olmasının önemli olduğunu vurgular (Balin, 2022).

William James'e göre psikolojinin amacı zihin ögelerini değil, zihnin fonksiyonlarını anlamaktır. James'e göre zihnin temel işlevi, bireyin çevresine uyum sağlaması ve dolayısıyla hayatta kalmasını desteklemektir; bu nedenle psikoloji araştırmalarının da bu amaca odaklanması gerekmektedir (URL 1).

J. Dewey, İşlevselcilik ekolünü James tarafından kurulmasına rağmen, bu ekolün önemli gelişimini sağlayan kişi kesinlikle Dewey'dir. Darwin'in evrim teorisinden büyük ölçüde etkilenen Dewey, görüşlerini 'sosyal değişim tezi' üzerine kurmuştur. Ona göre insan aklı, gerçeklerle mücadele ederek gelişir. Zihin, organizmanın hayatta kalmasına yardımcı olacak uygun davranışların oluşturulmasını sağlar. Bu yüzden psikoloji, yaşayan organizmanın incelenmesine odaklanmalıdır. Dewey'e göre zihinsel faaliyetler, doğrudan gözlemlenebilir ve aynı zamanda oluşturdukları sonuçlar veya organizmanın yapısıyla olan ilişkileri açısından incelenebilir (URL 1).

1.3. Davranışçı Yaklaşım (Behevyorizm)

İnsan zihninin işleyişini anlamak amacıyla ilk olarak psikolojiye odaklanılmıştır. Felsefenin etkisi altında başlayan psikolojide, bireyin düşünce ve anlama yetenekleri mercek altına alınmıştır. Icebakış yöntemini kullanan dönemin psikologları, düşüncenin yapısını çözümlemeye çalışarak çalışmalarını sürdürmüştür. Felsefe eğitimi alan ve araştırma becerileri kısıtlı olan psikologlar, içe-bakış yöntemini düzensiz bir şekilde kullanmış ve elde edilen verilerin güvenilirliği sorgulanmıştır. Bu durum, yapısalcılık ve işlevselcilik eleştirilerinin doğmasına sebep olmuştur. Wundt'un psikoloji anlayışına karşı ilk ciddi eleştiriler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Davranışsal yaklaşımı benimseyen Amerikalı psikolog James B. Watson, 1920'lerde bireyin gözlenebilir davranışlarını inceleyerek zihinsel süreçleri dikkate almamayı önermiştir (URL 2).

Watson, deney ve hayvan psikolojisi ilkelerini insanlara da uygulamayı hedefledi. Bu düşünce, Davranışçı akımın temel yaklaşımı olarak kabul edildi. Davranışsal yaklaşım, gözlenebilir ve ölçülebilir davranışlara odaklanarak insan ve hayvan psikolojisini inceler. Bu yaklaşım içsel süreçlere önem vermezken biyolojik ve bilişsel süreçlere dikkat etmez. Psikoloji alanında, davranışsal yaklaşım bireyin gözlemlenebilir ve ölçülebilir davranışlarını temel alarak doğru bilimsel metodu savunur. İçsel süreçler yerine dışsal davranışları vurgulayan bu yaklaşım, herkesin gözlem yapabileceği nesnel davranışları öne çıkarır. Davranışsal yaklaşımın temelinde bilimsel yöntemin nesnelliği yatar ve bu da diğer bilimlerde olduğu gibi fizik, kimya ve biyoloji gibi alanlarda kabul gören bir özelliktir (URL 2).

Davranışçılar, davranışları gözlemleyerek çevresel etkileşimlerin insanların tepkilerini nasıl şekillendirdiğini inceleyen psikologlardır. Objektif teknikler kullanarak, sadece dış uyarıcılara odaklanırlar ve bu uyarıcılara verilen tepkileri incelerler. Uyarıcının çeşidi, yoğunluğu ve tekrarı ile davranışın özelliği, gücü ve sıklığı arasındaki ilişkiyi araştırırlar. Ayrıca, davranışları pekiştiren ödüllendirme sistemlerini de analiz ederler. Davranışçılar, genellikle gözlem ve deney yöntemleri üzerine odaklanırlar. Organizma ve çevre arasındaki ilişkinin insanlarla hayvanlar arasında benzer olduğuna inanırlar. Bu nedenle, hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar da bu alanda yaygındır. Pavlov örneğinde olduğu gibi köpekler üzerinde koşullu öğrenme deneyleri yaparak bu yaklaşımın temellerini oluşturmuşlardır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler davranışçıların araştırmalarında önemli bir rol oynamıştır (URL 2).

Yöntemi: Onlar, iç gözlem yöntemini subjektif buldukları için sadece deneysel ve gözlemsel araçlara odaklanmışlardır.

Eleştirilme nedeni: Çevresel olguları çok önemsediği için zihinsel süreçlerin incelenmesini göz ardı ettiği eleştirilerine maruz kalmıştır.

En önemli temsilcileri:  Watson, Pavlov, Skinner, Thorndike

1.4. Psikoanalitik (Psikodinamik) Kuram

Psikanalitik (psikodinamik) kuram, yaratıcılık kavramını kişinin benlik merkezli savunma mekanizmalarıyla ilişkilendirir. Bu kişilik teorisi, bireyin davranışını içsel psikolojik dinamiklerin bir sonucu olarak yorumlar. Freud'un zihinsel süreçlerini temel alan bu kuram, bilinçaltı, ego ve süper ego arasındaki ilişkilere odaklanır (Morris, 2002). 

Freud, yaratıcılığı kişinin kontrol edemediği "libido" enerjisinin bilinçaltı ile çatışmasını savunarak, bunun bilinçdışında gerçekleşen bir süreç olduğunu değerlendirir. Freud'un bu görüşüne dayanarak, psikoanalitik kişilik kuramı, bilinç ile bilinçaltı arasındaki dengeyle ilişkilendirilir (Cüceloğlu, 2005).

Psikoanalitik kurama göre, Jung, Kubie, Kris, Adler gibi araştırmacılar, yaratıcılığın kökenleri, ifade biçimleri, motivasyonları sapmaları ve verimliliği üzerine odaklanmaktadır. Yaratıcı düşüncenin psikoanalitik kurama göre, zihinsel süreçlerin bilinçdışı çatışmalarından veya primitif içgüdülerin aniden bilinçdışından yükselişinden sonra, amaca yönelik mantıklı düşüncenin oluşumunu sağlayan bir süreç olduğu vurgulanmaktadır. Bilinçdışı içeriğin analizi sonrasında, bilinçli düşünce sürecinin gelişmesiyle yaratıcılığın ortaya çıktığı kabul edilmektedir (Adams, 2001).

Jung, yaratıcılığın bilinçaltı eğilimlerin bir araya gelmesinden kaynaklanan bireysel bir beceri olduğuna inanıyordu ve bu becerinin kaynağı toplumsal bilinçaltıydı. Ona göre, bilinç, bilinçaltının kontrolsüz ve mantıksız yanlarını dengelemeye yardımcı olurken, bilinçaltı da bilincin sığ ve kısıtlı düşüncelerine meydan okur (Altıntaş ve Gültekin, 2005). Psikoloji Paketleri Sertifika Programlarına katılmak için hemen tıklayınız.

Jung (2010) ifade eder ki, yaratıcılığın temeli sosyal anılar ve deneyimlerin depolandığı toplumsal bilinçaltının derinliklerine dayanmaktadır.

Kris (1952), yaratıcılığı anlamlandırma ve zenginleştirme süreci olarak tanımlamaktadır. Ona göre yaratıcılık, savunma mekanizmalarının devre dışı bırakılması sonucunda, beklenmedik bir biçimde ortaya çıkan bir ilham anıdır. Bu süreçte mantıklı ve rasyonel düşüncenin geçici olarak devre dışı bırakılması gerekmektedir.

Kubie'ye (1958) göre yaratıcılık, bilgilerin özgürce toplanması, bir araya getirilmesi, karşılaştırılması ve yeni şekiller alması sürecidir. O, yaratıcılığı, gerçek bilinç ile bilinçdışında şifrelenmiş kavramlar arasındaki etkileşim ve dönüşümler olarak tanımlar. Ayrıca, Kubie, yaratıcılığın nörotik davranışlarla uzun vadeli ilişkisini araştırmış; bilinçaltı düşüncelerdeki yoğunlaşmanın önemini vurgulayarak korku, suçluluk gibi nörotik kişilik özelliklerinin yaratıcılığı kısıtlayabileceğini iddia etmiştir. Adler ise, yaratıcılığı, temelde aşağılık duygularının bastırılması için farklı bir savunma mekanizmasının devreye girmesi olarak tanımlar (Dacey ve Lennon, 1998).

Adler, yaratıcılığın insanın içsel motivasyonlarından doğduğunu belirtir. Yaratıcılığı, bireyin içinde bulunduğu koşulları dönüştürme arayışı olarak açıklar ve bu süreci beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olumlu deneyimlerle ilişkilendirir. Psikanalitik (psikodinamik) kuram, insan davranışlarının sadece bilinçli süreçlerle açıklanamayacağını öne sürer ve bilinçaltının da incelenmesi gerektiğini vurgular. Yaratıcılığı insanın iç dünyasında yatan ve farkında olmadığı duyguların aniden yüzeye çıktığı bir özgür düşünce süreci olarak tanımlayan psikanalitik (psikodinamik) kuram, yaratıcılık alanında yeni bir bakış açısı sunar (Collins ve Amabile, 1999).

Etiketler: psikoloji eğitimleri,edevlette sorgulanabilir sertifika
Nisan 05, 2024
Listeye dön